10 Nisan 2017 Pazartesi

BALKABAĞI MUCİZESİ VE NEFİS TARİFLER

Balkabağı benim şifa iksirim, ülkemizde çok bol olan ancak sadece tatlı yaparak haksızlık ettiğimiz, yeni yeni çorbaları ve yemeklerini yapmaya başlayarak ilerde baş tacı yapacağımız bir meyve. Biz büyüklere de faydalı olan ancak bebeklerimiz için sıkca kullanmamız gereken bir besin. Faydaları saymakla bitmiyor, en önemli faydası bağışıklık güçlendirici olması. Çok yüksek miktarda beta karoten içerir; bu da özellikle bağışıklık sisteminin güçlenmesinde önemli rol oynar. Mikroplardan korur, iltihapların iyileşmesinde yardımcıdır. Demir, potasyum, protein, sodyum, fosfor, kalsiyum, magnezyum ve A vitamini deposudur. Çocuklarda sağlıklı kemik gelişimine katkıda bulunur. Yüksek oranda lif içerir hatta bebeğinize ilk yedirdiğinizde sindirim sistemi üzerindeki etkisini görürsünüz. 6 ay üzeri bebekler için uygundur ancak her gıdada olduğu gibi doktorunuzun onayı olmadan bebeğinize vermemelisiniz.  Size iki tarif vermek istiyorum; biri balkabağı püresi, diğeri ise muhallebisi:

Balkabaklı-Pirinçli Sebze Püresi
1/2 su bardağı balkabağı
1/2 su bardağı pırasa (+7 ay)
1/2 su bardağı pirinç
1 diş sarımsak
Zeytinyağ
Pirinçleri 1 bardak su koyup haşlayalım, ayrı bir kapta balkabağı, pırasa ve sarımsağı haşlayalım pişince, pirinçleri suyundan süzüp sebzelerle karıştıralım ve pütürlü kalacak şekilde blenderdan çekip, zeytinyağı ekleyelim... 

Armutlu-Balkabaklı Yulaf Unu Muhallebisi
1/2 su bardağı balkabağı
1 armut
3 tatlı kaşığı yulaf unu
Ghee yağ (tereyağ da olur)

Yulafı yarım bardak suda sürekli karıştırarak kaynatalım, armut ve balkabağını haşlayıp tüm malzemeleri karıştırıp blenderdan çekelim. Dilerseniz üzerine pekmez ekleyebilirsiniz. 


Konuk Yazarımız Sevgili 
G. Gizem Kalfaoğlu
@arhaninannesi

5 Nisan 2017 Çarşamba

EN GÜZEL KAVUŞMA

EN GÜZEL KAVUŞMA 
Doğum  nedir?  
Bir bebeğin dünyaya gelmesi?.. Sadece bu mu doğum ? O mucizevi o kutsal an bu kadar basit bir cümle ile anlatılabilir mi ? 
Doğum; dünyaya yeni bir birey getirmekle birlikte çok farklı hissi olan bir eylemdir.  
Doğum; anne ve babanın bebeği ile o huzurlu, mutlu anına şahit olmak ve o saf, temiz duygularla beraber bebeği karşılamaktır.. Bu yüzden doğum deyince aklımıza ilk olarak korkunç doğum sahneleri gelmemelidir. 
Tabii tabii, demesi kolay dediğinizi duyar gibiyim. Benim de bir ebe olarak birçok korkularım vardı. En başta etrafımdan neredeyse bir ebe olup da normal doğum yapan görmedim. Herkesten işe başladığım günden beri ‘’ Aaa doğumhanede çalışıyorsan normal doğum yapamazsın. ‘’ vs vs içerikli cümleler duyuyordum. Bu nasıl bir şey ki ebesin ve bir komplikasyon vs yoksa normal doğum yapamıyorsun?   
Düşünsenize bir kendi korkularınızı azaltıp spontan bir doğuma hazırlanamıyorsanız gebelerinizi nasıl hazırlayacaksınız ? Ya da sizin anlattıklarınız ne kadar içten olabilir ki ? 
Bende, aynı herkes gibi bu tür endişeler yaşadım. Ama yaşadığım korkular ‘’Ya bildiklerimi uygulayamazsam ya doğum benim ve bebeğimin kontrolünden çıkarsa? ’’ yönündeydi. 
Doktorum bile ‘’Her görüşmemizde Merve emin misin? Yapabilecek misin ? Son anda sezaryene gitmeyelim.’’ Diyordu. Aslında beni korkutmadı onun bu cümleleri. Çünkü sürekli aynı şeyleri duyduğum için bünyem alışmıştı artık.  
‘’Hayır kontrol bende”. Ben kendi doğumumu kendim yöneteceğim. Sürekli nefes egzersizleri çalıştım. Öncesinde pilates yaptığım için gebelikte de kontrollü bir şekilde devam ettim. Klasik müzikler, kurandan ayetler, ney sesleri, doğa-kuş sesleri, telkinler beni rahatlatan her şeyi dinledim. 
Ama yapabileceğime kendi mesleğimden insanlar bile inanmıyordu. O kadar başkalarının kontrolüyle yaşamaya alışmışız ki kontrolü elimize almaya cesaretimiz yok. Öğrendiklerimizi uygulamaya çekinir olmuşuz. Kumandayı hep başkalarının eline vermişiz. Kendi hayatımızı dışardan seyrediyoruz. Resmen kendi hayatlarımızda konuk oyuncuyuz. 
Tabii ki buna razı olamayız. Ben Sağlık sektörünü sırf bu yüzden seçtim. Daha bilinçli bir birey olabilmek için. Ve hep söylüyorum şu dönemde herkesin biraz tıp bilmesi, herkesin biraz hak, hukuk bilmesi gerekir. 2.üniversitemi sırf bu yüzden okudum. Siz inanırsanız herkes size inanır. 

Bir gün İna May Gaski’nin doğumla ilgili bir kitabını okuyorum. Mutlaka her gebenin okuması gereken bir kitap.Orada eski doğum pozisyonlarına bakıyorum. Bende şu şekilde istiyorum falan diye muhabbet ediyoruz. ‘’Hayatlar kitaplarda ki gibi olmaz’’ dedi biri. O an sinirlenmedim ama şuan aklıma geldikçe canım sıkılıyor. Gebe bir insana söylenebilecek en son şey. Çok biliyorsunuz siz demek geliyor bazen insanın içinden. 

2/2
Her neyse 29 Mart 2016 günü kontrolüm vardı. Sancılarımda başlamıştı. Ama kimseye peki bir şey belli etmedim. Çünkü bebeğim daha kanala yerleşmemişti. Bu beni düşündürüyordu.  Doktora gittik ve doktorum artık açılmam olduğunu, biraz kordon dolandığını ve doğumu o gün gerçekleştirmemiz gerektiğini söyledi.  
Bebeğimin yerleşmemesi beni iyice endişelendirdi. Bu işlem yapay yollardan olacaktı. Beni korkutsa da artık sona gelmiştik. Şimdi sıra bendeydi her ne kadar müdahaleli bir normal doğum olsa da bu benim ve bebeğimin hikayesi olmalıydı.  
Çok şükür her şey istediğim gibi oldu. Doğumum benim kontrolüm de ilerledi ve kızımda bu süreçte bana yardım etti. İstediğim pozisyonlarda ayakta yürüyerek çömelerek karşıladım dalgarımı.. Nefes egzersizlerini unutmadım. Unutsam da yanımda eşim, kayınvalidem hep hatırlattı. Meslektaşlarım yardım etti. Kayınvalidem sürekli masaj yaptı. Hatta doğumdan bir hafta önce eşime ‘’Amerika da doğum anında enerji içeceği içiyorlarmış ‘’ dedim. Gülmüştü. O an içeceği bile almış gelmiş. Ve onu da içtim.  
Yemek yedirmek istediler ama yiyemedim maalesef. Ama bir şey yiyip içmeniz, size güç veriyor. Bu enerji içeceği olmayabilir tabii. J Son anda annem de yetişti. Babam bir gün öncesi ameliyat olmuştu o halde çıkıp geldiler şehir dışından. Anneciğimi de gördüm ve artık kızım gelmek istiyordu. Herkes çıktı yanımdan doktorum ve ebelerimle kaldık. Hep birlikte başardık ve son sahneyi de tamamladık. 
Her şey o kadar güzeldi ki o son perde anlatılmaz yaşanır. Tabii her anını yaşarken bir anne olmaktan önce bir ebe olarak yaklaştım. Bir ebe olarak aa burada böyle hissediyorsun, şurada şöyle hissediyorsun vs vs. O ana kadar pratikte anlattığım her şeyi yaşamanın farklı bir tadı oldu. Artık eğitimlerimde anlatırken daha farklı yaklaşıyorum annelere ve anne adaylarına.  
Çünkü yaşadım biliyorum. Ben yaptım, sizde yapabilirsiniz. Gerçekten isterseniz. 
Ve doğum sonu doktorum ve doğumhanedekilerin cümlesi şuydu ‘’Merve yapamazsın diye düşündük, ama sen yaptın.’’ Bu cümleyi bile duymak gerçekten gurur vericiydi. 
Ve bu güzel kavuşmayla beraber kızımı, Elif Nisa’mı kucağımıza alarak eşim ve sevdiklerimle birlikte huzurla çıktık doğumhaneden.. 

Konuk Yazarımız Sevgili 
Ebe. Merve Bozkurt Erdur 

DİL KONUŞMA SORUNU YAŞAYAN ÇOCUKLAR


Çocukta dil gelişimi

Dil gelişimi de aslında zihin gelişiminin bir parça­sıdır. Dil, çocuğun doğuştan getirdiği bir yetenektir. Bütün çocuklar doğuştan tüm dilleri öğrenebilme ye­teneğine sahiptir.
Çocuğun konuşması geliştikçe, kendini kontrol ye­teneği de artar. Davranışlarını düzenlemede ve başka­larını etkilemede sözcüklerin gücünü keşfeder.

Dil gelişimi çocuktan çocuğa farklılık gösterse de gelişim süreci evrenseldir. Nörolojik, organik ve sağ­lık bozulduğu olmadığı hâlde, bazı durumlarda çocu­ğun konuşmasında gecikme söz konusu olabilmekte­dir. Duygusal nedenler (sevgi ve şefkat yoksunluğu, kardeş kıskançlığı, şoklar vb.), ailede dilin sürekli tartışma aracı olarak kullanıldığı bir ortamda, çocu­ğun konuşmaya karşı olumsuz bir tutum takınması, anne-babanın çocuğa aşırı koruyucu davranması so­nucu, çocuğa istek ve gereksinimlerini ifade etme fırsatının verilmemesi (yani çocuğun konuşmaya özendirilmemesi), anne babanın çocuğa ilgisiz dav­ranması çocukta dil gelişiminin gecikmesinin en önemli nedenleridir.

Çocuk 2 yaşına kadar konuşmasında önemli aşa­malar kaydetmiştir. 2 yaşında dağarcığı 1000 sözcü­ğe çıkmıştır. Dil bilgisi kurallarına uygun cümleler kurar. Cümlelerinde sözcükler arasında anlamsal iliş­kiler vardır. Piaget'ye göre 3-6 yaş arasındaki konuş­malarda da benmerkezcilik kendini gösterir. Başka­larının görüşlerini dikkate almadan konuşur. Yeni sözcükler öğrenmeye isteklidir. Konuşmasında akıcı­lık gelişmeye başlar. Konuşmalarında söyleyiş hata­ları yapabilmektedir. 3 yaşın sonuna doğru "ve" bağ­lacını kullanarak cümlelerini ekleyebilmektedir. "Ben, sen, o" gibi kişi ifadelerini doğru olarak kullanır.

Geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek zaman ifade­lerini kullansa da zaman kavramı gelişmediğinden, çoğunlukla hata yapmaktadır. "Bu ne, o kim?" soru­larını çok sorar.
4 yaşında, dil bilgisi kurallarına uygun, anlaşılır cümleler kurar.

 Çevresindekilere sürekli olarak soru­lar sorar. Soruları "Neden, nasıl, ne zaman?" gibi da­ha ayrıntılı yanıt gerektiren özelliktedir. Sorularını birbirinin ardınca sıralar. Basit düzeydeki tekerleme­leri, şiirleri, şarkıları öğrenmekten ve tekrar etmek­ten çok hoşlanır. Öykü dinlemeyi ve anlatmayı sever.

5  yaşında, konuşması bir yetişkininki gibi uzun cümlelerden oluşmaktadır.  Soru sormaya devam eder. Olayları, duygu ve düşüncelerini belli bir sıra­da anlatabilir. Karar vermekten ve seçim yapmaktan hoşlanır. Kitaplarla çok ilgilidir. Kendisine kitap okunduğunda ses ile kitaptaki semboller arasında ilişki kurar. Böylece, aynı kitap daha sonra tekrar okunduğunda, hangi sayfada nelerin anlatılacağını bildiğinden, atlanan bir şeyi kolaylıkla fark edebilir.
6  yaşında yaklaşık 10.000 sözcüğün anlamını bilebilir. Soruları, önceki yaşına göre biraz daha azalmıştır. Dilini, aynen bir yetişkin gibi kullanabilir. 4-7 sözcük kullanarak cümleler kurar. Cümlelerinde bağlaçlar kullanır. Sözcüklerin kişi ve çoğul eklerini doğru olarak kullanır. Çoğu kavramlar (renk, boyut, şekil vb.) geliştiğinden konuşmalarında sıfatlar dik­kati çeker. Nesneleri sıfatları kullanarak ayrıntılı ve iyi bir şekilde tanımlayabilir.

ÇOCUĞUNUZU DESTEKLEMEK İÇİN. NELER YAPABİLİRSİNİZ?

> Çocuğu düşünme düzeyinin üzerinde bilgi edinmesi için zorlamayın.
> 3-6 yaşlarında çocukların bellekleri daha çok kısa sürelidir. Bu nedenle öğretilecek bilgiler bölüm bölüm açıklanmalıdır.
> Çocuğa bilgiyi hazır olarak vermek yerine, deneme yanılmalarla veya araştırmaya yönelterek kendisinin bulmasını sağlayın.
> Çocuğu öğrenmeye güdüleyin.
> Algılama, kavram geliştirme, bellek ve hatırlama gücü vb. zihinsel süreçleri kullanmada bir sorun yaşanıyorsa, organik bozulduk olasılığını da dikkate      alın.                  
>• Öğrenmeye hazır olduğunda ilgili materyal ve ortamı hazırlayarak etkinliği yapmasına fırsat verin.
> Çocuğun nesnelerle deneyimini artırmak için
algılarının gelişiminde çok önemli olan araçları çevresinde yeterince bulundurun.
> Oyun, yaratıcı düşünceyi geliştirdiğinden,
oyun oynamalarına izin verin.
> Dramatizasyon, yaratıcılık başta olmak üzere,
çocuğun algılamasını, problem çözmesini ve dil gelişimini desteklediğinden, onu bu tür etkinliklere yönlendirin.
> Çocuğun bağımsız düşünce geliştirmesine yardımcı olun.
> Çocuğa, özgürce kendini ifade edebileceği
bir ortam hazırlayın. Çalışmalarına müdahale etmeyin ancak gerektiğinde ona rehberlik edin.
> Sanata olan ilgisini artırmaya çalışın.

 Çünkü sanat, kişisel duyguları ifade etmenin en iyi yoludur ve sorunları çözme, düşünce üretme ve iletişim kurmaya yarayan etkinlikleri içerir.
> Çocuğa çevresindeki nesne ve olaylarla ilgili
sorular sorun ve onların sorularına basit, anlaşılır yanıtlar verin.
> Çocuğa bol bol kitap okuyun. Dinlediği öykü
ile ilgili sorular sorun. Resimlere bakarak onun da öykü anlatmasını isteyin.
> Çeşitli durum ve olayları ifade eden resimleri kesme-yapıştırma ile bir araya getirmesine ve bunun üzerinde konuşmasına fırsat verin.
> Onunla dil bilgisi kurallarına uygun cümlelerle, düzgün bir şekilde konuşarak iyi bir model olun.
> Çocuğun tüm sorularına geçiştirerek ve onu susturarak değil, sabırla yanıt verin.
>• Çocukla sadece televizyon veya bilgisayar karşısında iletişim kurmayın. Bunun yerine birlikte yapabileceğiniz yürüyüş, spor, oyun, sinema, tiyatro, gezi vb. etkinlikleri tercih edin. Çünkü bu etkinlikler çocuklarda iletişiminizi arttıracağı gibi onun dış dünyayı daha iyi tanımasına yardımcı olacaktır.

> Çocuğun duygu ve düşüncelerini ya da gereksinimlerini ifade edebilmesi için fırsat verin. Bu onu konuşmaya özendirecektir.

BİR MİNİK KELEBEK

Rabbimin emaneti minik kızımla uzun bi zorlu hamilelik döneminden sonra tanıştık fakat biraz erken gelmek istediği için çok zorlu bi hastane hikayemiz oldu henüz 34 haftalık ve 2000 kg doğdu doğuştan bağırsak tıkalı olarak doğdu ve acilen pilor ameliyatına alındı ilk kucağıma aldığımda onu emzirdim ve birden kusmaya başladı çok korkmuştum böyle bir şeyi daha önce hiç duymamıştım acil ameliyata alındı rabbim kimseye yaşatmasin 15 gün yoğun bakımdan sonra evimize geldik ona nasıl zorluklarla bakti m...Ben şu anda 36 yasindayim ve anne ligin anne olmanın anlamını çok iyi anlıyorum bazen kızım geceleri uyandığında ısrarla onu uyutmak için zorlamiyorum sinirlenmiyorum gece beraber oyun oynuyoruz veya gündüzleri   bazen yemek yemek istemediği zaman ısrar etmiyorum o nasıl olsa istediği zaman çok güzel yiyor biliyorum ki hiç bir çocuk kendini açlığa mahkum etmez değil mi onu anlamak onunla ilgilenmek hayatımın yaşadığım şu sürecin en güzel en zevkli yanı.....o benim mucizem   rabbimin emaneti ...Ben sayfalarca yazabilirim size hiç sıkılmadan anne olmak dünyanın en güzel şeyi rabbim sizin evlatlarinizida sizlere bağışlasın ne kadar sukretsek azdır sevgiler...

Konuk Yazarımız Sevgili
Meltem Sevinç
@meltem.sehersu

3 Nisan 2017 Pazartesi

2 DOĞUM VE 2 SPİNALSEZERYAN HİKAYESİ


    2. DOĞUMUMUN ÜSTÜNDEN 4 ay GEÇTİĞİNE GÖRE SPİNAL SEZERYAN MACERALARIMI ANLATABİLİRİM. 3.5 SENE ÖNCE EMİN’E HAMİLE İKEN HERŞEY NORMAL İLERLİYORDU VE BEN NORMAL DOĞUM YAPMAYI HAYAL EDİYORDUM. 39+1. HAFTAYA GELDİĞİMİZDE SANCI İLE HASTANEYE GİTTİK. EVDE SANCIM BAŞLAMASI VE SUNİ SANCI İLE BERABER TOPLAM 10 SAAT SANCI ÇEKTİKTEN SONRA BEBEĞİMİN KİLOLU OLMASI SEBEBİ İLE ÇABALARIM BOŞA GİTTİ VE BENİ SEZERYANA ALDILAR. ALDILAR AMA DAHA ÖNCEDEN SEZERYAN DÜŞÜNCEM OLMADIĞI İÇİN GENEL Mİ LOKAL Mİ DİYEREK DOKTORUMLA HİÇ KONUŞMAMIŞTIM. ( BEN NORMAL DOĞUM YAPICAM YA..) GEL GELELİM SEZERYANA İNDİM. BEN ACAYİP ACI ÇEKİYORUM. BU ARADA YANIMA ANESTEZİ UZMANI GELDİ ‘ KIZIM SEN YETERİNCE ACI ÇEKMİŞSİN BEN SANA  RAHAT BİR DOĞUM YAPTIRACAĞIM DEDİ. BEN O ACI İLE NE İSTERSEN YAP AMA BENİ RAHATLAT DEDİĞİMİ HATIRLIYORUM. BANA OTURUR VAZİYETTE EĞİLMEMİ SÖYLEDİLER VE HEMEN AMELİYAT MASASINA YATIRDILAR. SANCININ DA VERDİĞİ ACIYLA İĞNEYİ HİÇ HİSSETMEDİM. ( AMA GERÇETEN İĞNE HİSSEDİLMİYOR BUNU 2. DOĞUMUMDA ANLADIM) BEN TABİ İNANILMAZ RAHATLADIM 5 DK İÇİNDE OĞLUMU OMZUMA KOYDULAR. O NASIL BİR KOKU VE HİSTİR Kİ HALA AKLIMDA VE BURNUMDAN KOKUSU GİTMİYOR.

             Oğlum doğduktan 3.5 sene sonra kızımı ( Zeyneb Ada )Allah’ın izni ile dünyaya getireceğim. Karar verdim yine spinal sezeryan istiyorum. İstiyorum ama bu sefer bilmeden acele ile ameliyathaneye inmeyeceğim. Herşeyin farkında olarak iğne acıtır mı acıtmaz mı düşüncesi ile  stres ve heyecan yaptım. Gün geldi çattı. Biz indik ameliyathaneye yine oturur vaziyette eğilmem istendi. Belimde incecik bir his o kadar iğne yapılmıştı ve inanın kan aldırmak daha acı verici. Araştırmalarıma göre bebeği karnımdan alırlarken bir sarsıntı veya hareketlilik hissediliyormuş. 2 doğumumda da hiç bir sarsıntı, hareketlilik veya ac hissetmedim. Doktoruma çok güveniyordum ve güvendiğim gibi de çok rahat 2 doğum yaşadım. 5 dakika sonra bu sefer de kızımı omzuma koydular. Ve ben küçücük omzuma 2 dünya sığdırdım.

 Spinal sezeryanı şayet doktoru sezeryan ile doğumu öneriyor ise herkese şiddetle tavsiye ediyorum. Hem genel anestezideki gibi çocuk ilaç almamış oluyor, ayılmaya uğraşma çabası ve miğde bulantısı yaşanmıyor hem de bu tatlı minnakları ilk biz görüyor ve kokluyoruz.

            Umarım bu yazım ile spinal sezeryan düşünenlere fikir olurum…

Sevgiler…


Konuk Yazarımız Sevgili
Meltem Üney
@meltem_uney

1 Nisan 2017 Cumartesi

ANNEMİ GETİRİN BANA



 Dizilerde ve filmlerde hamile olduğundan habersiz esas kızın başı döner, midesi bulanır ya benimki de o hesap oldu. Midem sağ olsun daha hamile olduğumu öğrenmemden tam bir hafta öncesinde başladı bulanmaya. Ben kendimi grip falan sanınca da anneciğim imdadıma koştu; kadıncağız nereden bilecekti ki 9 ay boyunca bana yerleşeceğini

 İyileştiğimi düşünüp (kendimi hasta sanıyordum ya oysaki sadece hamileymişim!) fotoğrafçılık kursuyla çekime gidip akşamına hamile olduğumu öğrenince aileme de haber vermiş bulunduk. Gerçi ben utanıp söyleyemediğim için müjdeli haberi eşim vermiş oldu. Çocuk delisi bir aileye sahip olduğum için sevinçten çılgına döndüler desem yeri var. "Eh güzel bir hamilelik geçireceğim nasılsa tüh diyette yalan oldu. Olsun ben iki canlıyım artık istediğim kadar yiyebilirim. Hem doğum yapınca kilolar gidiyormuş, hele emzirirken bir deri bir kemik kalıyormuşsun. O zaman ben bebeğin şerefine kuzenime kahvaltıya gideyim bari." İlle bir cinslik yapacağım ya, benim hamileliğimde maalesef busöylediklerim hayal oldu.

 Hani anaların kıymeti anne olununca anlaşılıyordu? Bismillah ben daha hamile olduğumu yeni öğrendim. Bu nasıl bir bulantı, nasıl bir kusma isteği kuzenime gitmeyi bırak iki adımlık yolda oturananneme kendimi zor attım. Evladım sen daha 5 haftalıksın bu ne anneyi kemirme hırsı, az biraz büyüseydin. Elim kolum da kalkmayınca annem birkaç günlüğüne yardım için bende kalmaya geldi. Anneler iyi ki var yoksa halimiz perişan olurdu. Hamilelik korkularım da yavaş yavaş kendini göstermeye başlıyordu.

Konuk Yazarımız Sevgili 
Beyzosunannesi
Büşra Genç

30 Mart 2017 Perşembe

Süs vE Kadın

     
'SÜS' VE KADIN   

     Doğa rengarenkti; ağaçlar çiçeklerle bezendi, otlar çiğ damlaları ile taçlandı, böcekler alabildiğine renklendi, yağmur yağdı gökkuşağı dört bir yanı dolandı, hayvanlar tür tür binbir rengin ihtişamını gözler önüne serdi. İnsanoğlu da yaşamının en taze yıllarından itibaren doğayı, kendinden olmayanı gözlemleyip kendi yaşamına uygun hale getirerek kullandı ve bu sayede gelişti. İnsan doğanın akıl almaz bezenişini ilk zamanlardan beri takip edip buna öykünmüştür. Bunu tam 45.000 yıl öncesinden bu yana yapmaktadır. Yani insan bunca yıldan beri doğanın renklerini gözlemlemiş ve kendini de bunca yıldır bu renklerle süslemiştir.
     Çoğunlukla süslenme işini yine doğadan elden ettiği materyallerle yapmıştır. Bunlardan en ilgi çekici olanları ve araştırmalardan elde geçenler şunlardır; ayı, aslan, kurt, sırtlan gibi vahşi hayvanların yanı sıra bizon, ren geyiği, ceylan, dağ sıçanı gibi av hayvanlarının dişleri, deniz kabuklularının kabukları, memeli hayvan ve kuşların kemikleri, boynuzlar, salyangoz kabuklarıdır. Bu doğal materyallerden yapılan süs eşyaları en eski yıllarda da günümüzde de aynı anlamları taşımakta aynı amaç için kullanılmaktadır. Süs eşyaları ki bunlar genellikle boncuklardan yapılan takılar olarak karşımıza çıkmaktadırlar; giysileri güzelleştirmek için süsleme, kem göze ve kötülüklere karşı kendini koruma, doğayla bağ kurma gibi çok amaçlı anlamlar ifade etmektedirler. Bu eşyalar araştırmalar ile günümüze ulaşanlarda dahil olmak üzere hala  aynı amaç için kullanım görenler ile çok çeşitlilik göstermektedir. Bunlar; diademler -alnın üzerinde başa yerleştirilen çelenk biçiminde taç; günümüz gelin başı süslemelerinde çokça görülmekte- küpe, kolye, pandantif -boyna takılan süs takısı, gerdanlık. İlk çağlarda boncuk, kemik pandantifler zamanla altın gümüş ve değerli taşlardan yapılan süs eşyalarına dönüşmüş ve günümüze de çok renkli ve zengin bir şekilde ulaşmış eski çağ kadının da günümüz kadının da gerdanını süslemiştir- yüzük, pazubentler -omza yakın yere takılan halkalar- halhallar, giysi süslemek için kullanılan boncuklar, hayvanlara takılan boncuk dizileri olmak üzere oldukça farklı ve çeşitlidirler. 
     Yukarıda da değindiğimiz gibi sadece süs eşyası olarak bir anlam ifade etmekle kalmıyordu eski çağ kadının kullandığı bu boncuklar aynı zamanda verimliliği, doğurganlığı simgeliyor öte yandan toplumda ki hiyerarşik düzeni göstermek içinde kullanılıyorlardı. En yaygın anlamıyla süs eşyası olarak kullanılmalarının yanı sıra kem göze, kötülüklere karşı korunmayı  da simgeleyen bu boncukların tarihi oldukça eskiye dayanmaktadır. Batıda Sümer'den Mısır'a, oradan Yunanistan'a Roma'ya yayılmış ve tüm Avrupa'yı kaplayan bir inanış halini alan kem gözlerden korunma inanışı karşımıza çok erken tarihlerde çok çeşitli kültürlerde çıkmıştır. Anadolulu cam ustası da nazar için kullanılan göz figürünün gücünü ateşin gücüyle birleştirerek yepyeni bir tılsım yaratmış nazar boncuğu olarak karşımıza çıkartmıştır.  Bu inanış  bir başka yazının ana konusu olmayı hak edecek kadar uzun olduğu için burada bu kadarına değineceğim.  Fakat göz boncuğunun da diğer boncuklar gibi takı olarak da çıkışından günümüzde dahil olmak üzere yıllardır kullanıldığını gözlemekteyiz. 
     Kadın en erken çağlardan beri güzellik kavramıyla iç içe olmuştur bunun maddi kanıtı da yine Anadolu'dan Çatalhöyük'ten elimize geçen ayna ve süslenmek için kullandığı düşünülen kırmızı toz boyadır. Kadın kendini gerek boncuklarla gerekse boyalarla süslemiş olmalıdır tıpkı günümüzde ki gibi. Mitolojide de güzellik kadınlarda  Aphrodite aşk ve güzelliğin simgesidir mesela. Güzellik, tanrıçaların heykelleriyle maddi boyuta geçmiş ve gözler önüne serilmiştir. Yunan heykellerinde gördüğümüz tanrıçaların bir çoğu güzel, ince, naif kıyafetli, saçları yapılı ve taçlanmış, süs eşyalarıyla takıp takıştırmış olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Yani kadın her statüde süsle iç içedir.
     Sonuç olarak söylemek gerekirse kadın doğanın bezenişini fark ettiğinden bu yana her çağda çok farklı kültürlerde farklı statülerde olsa bile kendini çeşitli materyallerle bezemiş ve süslemiştir. Güzelliğin simgesi olan kadın ister boncuklarla ister boyalarla bezensin güzelleşmek için bir yol bulmuştur. Günümüz kadının da ilkel kadından bayrağı devraldığını ve ileriye taşıdığını söylemek mümkün. Çağımızın gelişmişliği ile de süslenmek çok başka bir boyuta geçmiştir. Çıkarım yapmam gerekirse kadın her çağda kadındır süslenmek ve güzelleşmek her çağın her milletin kadını için ortak bir paydadır. Ve süs bizim işimizdir :)

Gizem SEÇEN  

Dr. Şeniz ATİK, 'Çağlar Boyunca Boncuk', Aktüel Arkeoloji, Sayı:7, Temmuz 2008, sf.86-93.
Gülcan KONGAZ, 'Boncuk ve Güzellik', Aktüel Arkeoloji, Sayı:7, Temmuz 2008, sf.94-99.
Secda ALTUK, 'Arkeoloji Sözlüğü', İnkılap Kitapevi, 1997.
Azra ERHAT, 'Mitoloji Sözlüğü', Remzi Kitapevi, 2003.
Ümit ÇİÇEK, 'Göz Boncuğu', izto.org.tr. 2009.

20 Mart 2017 Pazartesi

BİR ANNE DRAMI 'TUVALET'


İnsan ömrünün ortalama 75 yıl olduğunu varsayarsak, bu ömrün 3 yılını tuvalette geçiriyormuş. Oldukça uzun bir süre gibi geldi bana.  Ama bu araştırmanın daha ilginç tarafı anne baba olanlarda bu süre artıyormuş.
Bence abartıyorlar. Ne alakası var ihtiyaç sonuçta. Anayız diye tuvalete de mi gitmeyelim? İçimizde mi tutalım napalım? Ama şöyle bir şey de duydum aramızda kalsın çocuğu bırakacak birini bulunca ‘ay nasıl karnım ağrıdı bir çocuğa baksan da ben bi tuvalete gitsem’ diyip telefonu da çaktırmadan cebine sokup sosyal hayata tuvalette bağlanan anneler varmış. Ay nasıl kınadım, hiddetle ve şiddetle kınadım. Olacak iş mi yani? Sen çocuğu bırak tuvalette rahatına bak.
Şaka bir yana tuvaletin ne kadar kıymetli bir yer olduğunu anne olunca anladım. Yalnız kalabildiğim tek yer tuvalet ve duş. Gerçi çocuğu oyalayacak biri yoksa oralarda da yalnız değilim. Klozette otururken gelir paçamdan çekiştire çekiştire kaldırır. Halbuki ben tam dünya barışını sağlayacak bir proje üretiyorum, planlar, programlar, son basamağına geliyorum. Ve o sesi duyuyorum ‘Annnnnnnnneeeee’ ve bütün proje yalan oldu. Ne olacak şimdi dünya barışı kim verecek bunun hesabını?  Bilirsiniz eski Yunan filozofları daire halinde tuvalet görevi gören deliklerin üzerinde oturur ve felsefe yaparlardı. Günümüze gelen en önemli düşüncelerin temeli orada atıldı. Bu yüzden çok önemlidir benim için.
Hani bir karikatür var kadın çocukları babalarına bırakmış tuvalette uyuyor. Kocası kapıyı vuruyor ‘hayatım iyi misin uzun zamandır içerdesin de’ . Bir dönem hayatımızın en huzurlu yeri oluyor tuvalet. Allah onları yanımızdan eksik etmesin de napalım biz tuvalette de yaşarız. Neyse yeter bu kadar tuvalet muhabbeti
Sevgilerle,
Tuvaletten yazan anne
Tecrubelianneler_ozge can

18 Mart 2017 Cumartesi

Çocuğum hala parmak emiyor diyorsanız?


PROBLEM: PARMAK EMME.
TANIM: Bebeklerde herhangi patolojik bir etken olmaksızın 3-4 yaşlarına kadar görülen normal bir davranıştır. Nedeni, bebeğin anne karnında emmeyi öğrenmesi ve sahip olduğu en güçlü reflekslerden biri olmasıdır. Bebekler parmak emmeyi zamanla genişleterek, oyuncak bebekleri, battaniye uçlarını ya da çeşitli eşyaları emmeye başlarlar. 3-4 yaşlarından sonra devam eden parmak emme davranışı takıntılı davranışlar kapsamına girmekte ve uygun yaklaşım ve tedavi gerektiren bir sorun olarak değerlendirilmektedir.
BELİRTİLERİ:
ü  Parmak emmenin başladığı ilk aylar yani yaşamın ilk yılında bebek her şeyi ağzına alır. Çevreyi keşfe çıkmış olan bir bebeğin en doğal davranışı emme davranışıdır.
Diş çıkarma döneminde diş etlerinin verdiği rahatsızlık duygusu ile parmak emme davranışı sıklaşabilir. Bu dönem bittikten sonra parmak emme davranışı yerini yeni davranışlara bırakır.
ü  3-4 yaşından sonra da devam eden ve sıklaşan parmak emme çocuğun parmağının zamanla aşınmasına hassaslaşmasına ve renginin koyulaşmasına neden olur.
ü  Emme dürtüsü uykuya dalarken, acıkınca, yalnız kalınca ve duygusal yoksunluk durumlarında kendini daha güçlü hissettirir.
ü  Uykuya dalmadan önce emmeye başlar ve uykuda da devam eder.
ü  Sadece emilen parmakta değil diş ve damak yapısında da bozulmalar oluşabilir.
ü  Çeşitli ruhsal sorunlar nedeniyle psikiyatri kliniğine getirilen çocuklar ile herhangi bir problem tanımlanmayan çocuklar arasında parmak emme açısından fark bulunmamıştır.
NEDENLER:
ü  Yatma zamanı çocuklar için oldukça streslidir. Bu yüzden parmak emme gibi yatma zamanı alışkanlıkları 2-6 yaş arası çocuklarda oldukça sık görülür.
ü  Çocuğun rahatlık ve güvenlik ihtiyacı sonucu olarak ortaya çıkabilir. Bebeklik döneminde memeden erken kesilme, biberon, yalancı meme kullanmama sonucu emme güdüsünün yeterince tatmin olamamasıyla oluşabilir.
ü  5-6 yaşına geldiği halde parmak emmeye devam eden çocukların genellikle bebeklik çağlarından itibaren parmak emen çocuklar olduğu bulunmuş ve bu çocukların farkında olmadan bu harekete yöneldikleri gözlenmiştir. Parmak emme davranışı çoğunlukla 11-12 yaşlarında kendiliğinden ortadan kalktığından anne babaların çok fazla endişelenmesine gerek yoktur. Ama bunu çok sık yapan çocuklarda damak anormallikleri ya da emilen parmakta biçim bozuklukları oluştuğu için müdahale gerekebilmektedir.
ü  Sürekli parmak emme davranışı psikolojik sorun ve gerginliklerin bir sonucu olarak gelişebilir. Bazı çocuklar zorlukla karşılaştıkları durumlarda utanma ve sıkılma belirtisi olarak parmak emmektedirler.
ü  Alt ıslatmada olduğu gibi parmak emme davranışı da anne babanın ayrılması, sevilen birinin hastalanması ya da ölümü, ani bir korku gibi travmalar çocukta eski dönemlere gerileme ile parmak emmenin yeniden başlamasına neden olabilir. Bebeklikten sonra da devam eden ya da ileri yaşlarda tekrar başlayan parmak emme davranışı çocukların kendini güven ve rahatlık içinde hissetmesi ihtiyacından kaynaklanabilmektedir.
ü  Belirsiz bir durumda sıkıldıklarında ya da yorgun olduklarında çocukların kendilerini yatıştırmak için parmak emdikleri gözlenmektedir.
ü  Kendilerini zorlayan bir durumla karşılaştıklarında utanma, sıkılma belirtisi olarak ortaya çıkabilir.
ü  Kıskançlık korku, kaygı ve yalnızlık gibi duygusal sorunlar parmak emmeye yol açabilir. Yeni bir kardeşin olmasıyla parmak emme gibi bebeksi hareketlerle gerileme ve kaybedilen ilgiyi yeniden kazanma isteği ya da ailedeki huzursuzluk, geçimsizlik sonucu çocuğa yetersiz ilgi gösterilmesi davranışı başlatabilir.
ü  Çok fazla koruyucu kollayıcı ve çocuğa yaşından küçükmüş gibi muamelede bulunan anne babaların çocuklarında da bu türlü bir durum görülebilir.

ü  Bazı durumlarda evde canı sıkılan, yapacak ve ilgilenecek bir hobisi olmayan, genelde yalnız başına kalmak zorunda olan çocuklarda uyarı eksikliğine bağlı bu tür problemler artabilir veya yerleşebilir.
KULLANILACAK TEKNİK VE YÖNTEMLER:

Alışkanlığı Tersine Çevirme Adımları:
Bu yöntemde takıntılı bir alışkanlığı (tırnak yeme, parmak emme, vb.) kırmak için adımlar kullanılır. Oldukça basit olmasına rağmen, uygulanabilmesi için çocuğun en az 6-7 yaşında olması gerekir. Uygulamayı nasıl gerçekleştireceğinize çocukla birlikte karar vermeli, çocuğunuzun bunu yapmaya istekli olduğundan emin olmalısınız.

1-    Rahatsızlıkların gözden geçirilmesi: Çocuğunuzla birlikte bu alışkanlığın yol açtığı güçlükleri sıralayın niçin bundan kurtulmak istiyor? Hangi durumlarda onun için probleme neden oluyor?
2-   Farkındalık eğitimi-ortaya çıktığı durumları saptama: Alışkanlığın ne zaman ve hangi durumlarda meydana geldiğini fark etmek, onu kontrol etmede ilk adımdır. İki tane çizelge hazırlayın. Birine siz, diğerine çocuğunuz ne zaman ve nerede takıntılı hareketi tekrarladığını işaretleyin. Bir hafta sonra çizelgelerinizi karşılaştırın.
3-   Alternatif tepki: Bu yöntemde anahtar adım budur. Alışkanlığı durdurmak için çocuğunuzla birlikte bu hareketi her tekrarladığında yapacağı bir şey üzerinde anlaşın. Bu öyle bir davranış olmalı ki dakikalarca yapıldığı halde başkalarına garip gelmesin, çocuğunuzun normal etkinliğini engellemesin ve takıntılı hareketin farkına varmasını sağlasın.