28 Şubat 2017 Salı

Eyvah Anne Oluyorum!

EYVAH ANNE OLUYORUM

"Annemin ilki olacağıma dağlarda tilki olaydım" dermiş ilk bebekler. Acemi annenin ilk göz ağrısı (ama ne ağrısı!) olan Beyza'nın büyüme serüveni ile Moms of Turkey ailesine bizde katılıyoruz.

Hayatım boyunca hiçbir zaman çocuk aşığı biriolmadım. “Hani şu kariyer yapacağım, boşuna mı o kadar okudum” diyen hatta buna bir de fakültenin kapısından adımını atar atmaz “gazeteci olucağım benyazılarımı bir gün herkes okuyacak ve insanlığa faydam dokunacak” moduna giren ben, eşimle ikinci sınıftayken tanıştım ve aşk evliliği yaparak hayallerime veda ettim.Hayatımda elde ettiğim en değerli vasıf olan “anne”liğimi ve mesleğim olan gazeteciliğimi birleştirmemi sağlayan Moms of Turkey ailesine ayrıca teşekkürlerimi sunarım. Gerçek bir aile olmanın kuralı elbette ki çocuk sahibi olmak. Bende anne olmak istiyordum ama anneliğe ve hamileliğe karşı korkularım hep vardı. Bütün korkularımı tek tek yaşadım. Kızım şu an 8 aylık geriye dönüp baktığımda yaşadıklarımı ne kadar da büyütmüşüm diyorum. İlerleyen yazılarımda hepsine değineceğim ki benim gibi olan anne veya anne adaylarının en güzel anları kabus olmasın.

Gelelim hamile olduğumu nasıl anladım, neler yaşadım bölümüne. Hamile olduğumdan ilk olarak arkadaşlarım şüphelendiler. O kadar bu taraklarda bezim yoktu ki kızlarla aldığım testi yapmayı beceremedim. Ertesi gün eşime söylemeden eczaneye gittim. Eşimin farklı ve sürprizli bir şekilde öğrenmesini istemiştim. Ne hikmetse  aldığım testi de (nasıl becerdim vallahi bilmiyorum ama) düzgün yapamadım. Elim ayağıma dolandı. Merakım iyice artınca eşimi aradım ve ondan test almasını rica ettim. Neyse ki üçüncü testi yapmayı başardım sonuç pozitifti ama o kadar şaşkındım ki kan testi yaptırmadan inanmadım.Böylelikle eşimde ilk kez baba olacağını gayet sıradan bir şekilde öğrenmiş oldu. Hiç böyle hayal etmemiştim ama nasip dedik;geçtik.

 Hafta başını bekleyemeden hastaneye gidip kan tahlili yaptırdık. Doktordan duymadıkça inanmamaya yemin etmiş olan ben, 16 Kasım 2015 Pazartesi günü doktor ultrasonda kalp atışını dinletince kalp krizi falan geçiriyorum sandım. Doktor keseyi de gösterdi. Her ne kadar O'na "evet gördüm" desem de karanlıktan başka bir şey görmedim ne yalan söyleyeyim. Zaten bu 9 ay boyunca da hep böyle oldu ama kalp atışlarını duymak gerçekten çok tuhaf bir his. Anlatılmaz yaşanır dedikleri his gerçekten buymuş. Artık içimde büyüteceğim bir CAN”ın var oluşu beni hem heyecanlandırdı hem de korkularımı daha da artırdı. Bende bu şans varken tabi ki hamileliğim de laylaylom geçmeyecekti.
Beyzosunannesi
BÜŞRA GENÇ

HAYAT’A SÜT DOLUSU SEVGİLER


    Hayat sizin hayallerinizle mümkün olanlar arasında yaşadıklarınız sanırım hayallerinize biraz bulastıysa ne güzel ben hayatım boyunca yardım etme isteği ile yasamış hayal etmiş ve mutlu etmeyi yardım  etmeyi seven elimdekilerle gözlerdeki o mutluluğu görmeye aşık bir bireyim.

    Hastanede zorlu bir doğum sürecinden sonra bilmediğim bilgi sahibi olmadığım bir hayata merhaba demiştim prematüre bir bebek(1.270gr)ve küvez benim için zor bir görüntüydü evime 1.5 saat uzaklıktaki bir hastaneye 5 dakika  kızımı görmek sadece görmek dokunmak yasaktı sadece kuvöz camını sevebildiğiniz soğuk bir ortam başkasının bebeğine bakmak da yasak….

Ne kadar yasakta olsa bir annesiniz artık tüm çocukların annesi her hangi bir  bebeğin çocuğun ağlaması sizi ilgilendirir kalbinizi sızlatırdı..Benimki de sızlıyordu  oradaki bebekler kuvözde ağladıkça ışıklar yanıyordu ve uyarı sesleri vardı. Hemşireye lütfen çok ağlıyor yanına gider misiniz diyordum  sanki annesi yok ya aç ağlıyorya yetişmem gerekiyordu..

Kuvözün en çok konuşulan bebeği HAYAT  bebek annesi aslında Toprak ismini koymuştu 5 aylık doğunca ismi HAYAT olmuştu 600 gr gelmişti dünyaya  ….
Kocaman gözleri vardı üstelik acık kalp ameliyatı olmuştu hayata tutunmaya çalışan koca bir yürekti o….,,
Kızıma gelip giderken  ister istemez gözüm takılıyordu üstelik lohusa dönemindeydim çevremde bir çok insan dikkat et çok nazik bir dönem halk arasında kafa kalp acık J  öbür tarafla flörtleşilen bir dönemdi dikkat  J
Benim mi? flörtü geçmiş obur tarafla ciddi flörtlerim olabilirdi doğumdan dört gün sonra korsesini giyip çalışmaya giden bir kadından ne beklenirki?…..

Kızımı görmeye gittiğim bir gün gözüm her zaman ki gibi Hayat’a takıldı kafasını bana dikti kocaman kendinden büyük gözlerle “” YARDIM ET “”dedi evet delirmiş dediniz duydum yok delirmedim duydum belki lohusa döneminde belki de kafa ustu belki de gerçekten yardım çığlıydı….

Beynimden vuruldum ağlamaya başladım durduramadım neydi o niye benden istedi bu yardımı topladım kendimi ne yapmalıyım buldum o zaman doktoruna gidip her şeye rağmen konumsalıydım belki nazikçe mümkün değil diyecekti belki de beraber yardıma koşacaktık..

Doktorun odasına gittim ağlamaktan konuşamıyorum başlıyorum ağlıyorum sonunda dedim ki benden yardım istiyor benim aklıma gelen tek şey şuanda süt anneliği yapmak  ….
Doktor kadındı ve gözleri doldu ve inanamıyorum 5 dakika önce hemşirelere anne sütü bulmamız gerekiyor mamalar Hayat’ın bağırsaklarını tıkamıştı bence bur mucize dedi Hayat’la aşkımız başladı….

Annesiyle konuştuk izin verirseniz yardım edeceğim dedim; ağladı teşekkür etti artık her gelişim hastaneye özgürce Hayat’a ve kızma baktığım bir poşet süt kızıma bor poşet süt Hayat’a…
İki prensese süt yetsin diye günde dört litre su içmeye başladım tuvaletle evlenmiştim ama olsun değerdi iki küçük beden iki büyük kalp vardı yük ağırdı..

Hastahaneden cıktık Hayat’ı unuttu mu? hayır asla hastane çıkışından 4.5 ay boyuna boyunca babası süt poşetlerini gelip aldı..Hayat büyüdü büyüdü çiçekler açtı benimde hayatımda ne anlamlıydı her şey bir gün babası beni ardı Sevgi(abla)Hayat hastaneden çıkıyor bu senin hakkın  çıkışını yaparımsın? tabiki dedim ve yanımda hastane çıkış hediyesi 20 poşet süt  J)J

Babası hep resimlerini yolladı 9 kg falan cıktı ya harika…

Yatılan yastıklar vicdanların hafifliği ile kuştüyü oldu…Hayat’ a bana verdiği iyi insan olma sansı için teşekkürler…
 Paylaşın  bu sevginiz saygınız yemeğiniz paranız belki de benim gibi sütünüz paylaşarak büyüyeceğiz ….

Sevgılerımle


Sevgi Çınar

BENİ DUYUYOR MUSUN?

Merhabalar,
İlk yazıma öneri  bir kitapla başlamak istedim. Amacım yaşamımızın her alanında sıkça kullandığımız ve aslında bizlerin ilişkilerinin temelini oluşturan; iletişim. İletişim dediğimizde en az iki kişinin karşılıklı olarak birbirlerine bilgi alışverişinde bulunmasıdır. İletişimde sadece sözler kullanılmaz, bunun yanında jestlerimiz, mimiklerimiz, duygularımızı yansıttığım beden hareketlerimizde bu sürece dahil olur. Ebeveyn olarak sık sık üzerine okumalar yaptığımı, daha iyi olması için çaba harcadığımız ve zaman zaman tıkanmalar yaşadığımız iletişim alanında bizlere nefes aldıracak bir kitap önermek istiyorum.

Çocuk ile iletişim alanında yazılmış pek çok kitabın referans noktası olan Leyla NAVARO’nun “Gerçekten beni duyuyor musun?” kitabı.

Kitapta birbirini takip eden 9 bölüm bulunmaktadır. Bunlardan dikkatimi çeken bir iki başlığı sizlerle paylaşmak istiyorum; çocuğu olduğu gibi kabul etmek, çocuğu katılımlı dinlemek, annelik iyi yemek yedirmek midir?.

Kitabın ilk bölümü özellikle okumaya değer diye düşünüyorum. Sevgili 
annelerimizin çevrelerinden aldıkları haksız eleştiriler karşısında yaşadıkları kaygılı dindirmek için gelin Leyla NAVARO’ya kulak verelim. “Bütün iyi niyetlerime rağmen her şey istediğim gibi olmuyor… Öyle özeniyorum ki şu sabırlı annelere, hiç kızmayan, sinirlenmeyen, hoşgörülü, her zaman güler yüzlü olan annelere… Ama ben yapamıyorum, neden? Çünkü bende bir insanım…”
Kitap düz yazı olarak yazılmanın dışında çokta alışık olmadığımız bir yöntem ile kaleme alınmış. Kitabın içerisinde karikatürize edilmiş örnekler yer almakta. Bu örneklere baktığımızda neredeyse tümü günlük hayatta bizlerinde yaşadığı zorlukları içermektedir. Ardından bölümlerin içerisinde yer alan alıştırmalar kısımlarında bizler kendi yaşamımızdan örnekler ile konuları pekiştirebiliriz.


Tüm iletişim yollarınızın açık olması temennisi ile keyifli okumalar dilerim.

26 Şubat 2017 Pazar

Tarihin Akışında Kadın Olmak

Tarihin Akışında Kadın Olmak

Anadolu da kadın olmak günümüzde olduğu gibi geçmişinde önemli bir parçasıydı. 'Anadolu Kadını' diye tabir ettiğimiz kadın profilinin günümüzden çok önceleri Anadolu da yaşayan hakların kadınları tarafından ilmek ilmek dokunduğu söylenebilir. Hem yazılı kaynaklarla hem de arkeolojik verilerle saptanan bu önemi biraz inceleyelim günümüz kadının gücünün tarihe nasıl dayandığını bir görelim istedik.

     Kadının tarih sahnesine çıkışı ilkel zamanlarda görülen rölyeflerde, heykelciklerde, fresklerde, mezar buluntularından elde edilen kadınlara ait amulet, süs eşyası ve kutsal anlam taşıyan figürinlere dayanmaktadır. Anadolu kadının yazılı kaynaklara geçişi bizimde Anadolulu kadını tanımaya başladığımız dönem ise yazının Anadolu'ya gediği zamana tekabül eder ki bu dönem Anadolu da Asur Ticaret Kolonileri Çağı dediğimiz ; MÖ.2 binyıl yaşanmaktadır. Kadının bu çağda çizdiği profille sonrasında Hitit çağında oluşturacağı profilin temelleri atılmıştır ki Hitit Anadolu'nun temelleri arasındadır diyebiliriz. Koloni Çağında ki kadın hem günlük ev işlerini yapıp çocuklarına bakan ev kadını profilinde, hem de siyasi alan da güçlü yetkilere sahip soylu sınıfı kadını profilindeydi. Bu soylu sınıfa mensup kadınlar Rubatum (kraliçe-beyçe) adıyla anılıp kralın karısından üst mevkiye sahiptiler. Bazı suçluları tutuklatıp hapse attırma yetkileri dahi vardı. Hakim kadınlar gibi düşünsek sanırım yanlış olmaz. Kadınlar mitolojik olaylara konu olarak da din sahnesindeydiler. Zalpa adında ki kraliçenin 30 erkek çocuk doğurmuş olduğu mitolojik kaynaklı bir metin kadınların o dönemde de doğurgan varlıklar olduklarını vurgulamaktadır.  Kadın bu profillerin dışında karşımıza birde iş kadını olarak çıkmaktadır. Kendi ayakları üzerinde durabilen, erkeğiyle eşit şartlarda bir yaşam süren iş kadını profili. Yine yazıtlardan öğrendiğimiz bir isim olan Pusuken'in karısı Lamassi vergi memurlarına karşı kendi kararlarını verebilecek, ufak çaplı vergi kaçırabilecek, yanında işçi kadınlar çalıştırıp kumaş imal edebilecek hürriyete sahip bir kadın tüccardı. Çok eski tarihlerden elde ettiğimiz isimlerinde günlük hayata bir şeyler katmış insanlar olduklarını es geçmek istemem. Sıradan halkın adının zikredilmediği, öneme sahip bir şeyler başarmış insanların -kadınların- isimlerinin yazılı kaynaklarda yer etmiş olduğunu vurgulamak isterim. Devam edecek olursak tüm bu kadın profillerinin yanı sıra bir de köle olarak alınıp satılan kadınlarda mevcuttur. Bu çağın kadınlarının evlilik hayatları da eşitliğe dayalı idi; mesela boşanmayı isteme hakları mevcuttu, boşandıklarında da eşleriyle mallarını bölüşeceklerdi. Çocukların velayeti anne de kalabiliyor ve gerekirse baba nafaka ödeyecek deniyordu. Günümüz kadın haklarının temelleri o zamandan atılmış ne dersiniz? Koloniler Çağından sonra gelen Hitit Çağında ise kadın profili hakkında kaya kabartmalarında, stellerde, kaidelerde, mimarlığa bağlı taş kabartma sanatında ve kabartmalı kült vazolarından bilgi sahibi olmaktayız. Anadolulu kadına dair ipuçlarının en güzel örnekleri arasında kabartmalı kült vazoları vardır. Bunlar arasında İnandıktepe vazosu ve Büyük Hüseyindede vazosu üzerinde bulunan figürlerden kadınların; evlilik ritüellerine, dini yaşamlarına, müzisyenliklerine yani yaşamlarından kesitlere rastlamaktayız. Bunların yanı sıra daha kesin bilgilere tabi ki bizi yazılı kaynaklar ulaştırmaktadır. Günümüzde de rastladığımız kadının çeyiziyle koca evine gitmesi, kadınlar için başlık parası ödenmesi, bazen kocanın içgüveysi olarak tabir ettiğimiz şekilde kayınpederinin evine gelmesi  şeklinde kadınların evlilik hayatlarına dair geleneksel nüansları bize Hitit yazılı kaynakları sunmaktadır. En ilginç olan gelenek ise bazı bölgelerde hala geçerliliğini koruyan ölen kocanın yerine kocanın kardeşiyle evlendirilmedir ki bu günümüz Türkiye'sinde gerçekleşen 33 evlilik türünden biri olarak kabul edilir. Evlilik hayatı dışında yazılı kaynakların bize verdiği bilgiler ışında kadını iş yaşamının çeşitli alanlarında görmekteyiz ki; terzi, dokumacı, meyhaneci, değirmenci vb. kadınlara o dönemde rastlamaktayız. Hititlerde de bugün olduğu gibi kadın güçlü bir sosyal ve iş kimliğine sahiptir.
     Sonuç olarak Ayakları üzerinde durup hem evini hem iş hayatını layıkıyla sürdürebilen güçlü kimliğiyle erkeklerden ayırt edilmeyen kadın profili tarihin çok çok eski zamanlarında köklenmiş ve zamanla yerine daha sağlam oturmuştur diyebiliriz. Aslında zaman istediği kadar değişime uğrasın biz eski kadınlar gibi güçlü, ne istediğini bilen kadınlar olarak sadece barağı devralıp yola devam ediyoruz.

Gizem SEÇEN

Kaynakça
'Hititlerde Kadın'-Yrd. Doç. Dr. Meltem Doğa-ALPARSLAN/Aktüel Arkeoloji, 2-2013
'Eski Anadolu'da Kadın'-Dr.A. Muhibbe DARGA/ 1984
'İnsan ve Hayvan Tasvirli Eserler Işığında Hitit Sanatının Temel Öğeleri'-Gizem KÖPRÜLÜ/2012

25 Şubat 2017 Cumartesi

ANNE İLE GÜVENLİ BAĞLANMA



İnsan gelişimi üzerinde sosyal faktörlerin de önemli olduğunu düşünen Erikson, kişilik gelişiminin hayat boyu devam eden 8 aşamalı bir süreçten meydana geldiğini belirtmektedir. Bu aşamaların birincisi 0-2 yaş dönemini kapsayan ‘güvene karşı güvensizlik’.

Güvene karşı güvensizlik döneminde çocuğa yeterince güven duygusu verilmez ise hayatı boyunca güvensiz bir birey olacaktır. Erikson’a göre bebek dünyaya geldiğinde ihtiyaçları zamanında, yeterince ve tutarlı bir şekilde karşılanır ise bebek güven duygusu kazanacak böylece insanlara güvenmeyi öğrenecektir. Ancak ihtiyaçları düzenli karşılanmayan bebekler bu dünyanın güvenilmez bir yer olduğuna inanacaklardır. Kendinizi bebeğin yerine koyun ve düşünün. Etraftan anlamsız sesler geliyor, hava biraz da soğuk sayılır, karın bölgenizde bir boşluk var sizi rahatsız ediyor ama ne olduğunu bilmiyorsunuz ve yapabildiğiniz tek şey ağlamak. Sonra biri geliyor sizi sıcacık sarıyor, emziriyor, yumuşak ses tonuyla her şeyin yolunda olduğunu söylüyor. Siz ne söylediğini anlamıyorsunuz ama yumuşak ses tonu sizi rahatlatıyor. Karnınızdaki boşluk da gitti. Kendinizi daha huzurlu hissetmez miydiniz?

Bowlby, annesiz babasız kalmış savaş mağduru bebeklerle çalışan bir psikiyatristtir. Çalıştığı hastanede annesi babası yanında olan bebeklerin yattığı bir bölüm daha vardır. Bowlby annesiz babasız olan bebeklerin tüm fiziksel ihtiyaçlarının karşılanmasına rağmen ölüm oranının daha yüksek olduğunu fark etmiştir. Çünkü bebekler hiç kucağa alınmıyor, sevip, okşanmıyordur. Bundan yola çıkarak anneleri ile bebekler arasında bir bağ olduğunu söylemiştir. Bu kuramın adı bağlanma kuramıdır. Bowlby’ye göre 3 tip bağlanma vardır. Güvenli bağlanma, çelişkili (saplantılı) bağlanma ve kaçınan bağlanma.

Biz annelerin çocukları ile arasında kurmak istedikleri bağ güvenli bağlanmadır. Fiziksel ihtiyaçlarının tutarlı, düzenli, zamanında karşılanmasının yanı sıra duygusal ihtiyaçları da aynı şekilde karşılanan çocuklar bu grupta yer alır. Burada önemli olan çocuğun isteklerine kulak vermektir. Yani çocuğunuz acıktıysa uyku saatinin geldi diye uyutmayın önce yemek yesin. Uykusu geldiyse Duygusal ihtiyaçları karşılamak için sevgiyle yaklaşın. Çocuğunuz size sarılmak istediğinde onu geri çevirmeyin ona sarılın ve kollarını ilk o ayırana kadar bekleyin. Saçlarını okşayın. Yumuşak ses tonu ile konuşun. Göz teması kurun ve onu anladığınızı ona hissettirin.
Güvenli bağlanma sağlanmış çocuklar, anneden bir süre ayrı kalma konusunda sıkıntı yaşamazlar. Sizin geri geleceğinizi, onun ihtiyaçlarını unutmayacağınızı bilirler. Sizin yokluğunuzda ortama kolayca uyum sağlayabilirler.

Gelelim biz Türk annelerine. Her ne kadar amacımız güvenli bağlanma sağlamak olsa da maalesef birçoğumuz saplantılı bağlantı sağlıyoruz. Çünkü biz annelerin en hasıyız, korumacıyız, ısrarcıyız, yardımseveriz, pimpirikliyiz. Çocuğumuz aç değilim dese bile yemesi için ısrar ederiz. Üşümese bile kat kat giydiririz. Altını sık sık kontrol ederiz aman pişik olmasın. Çocuğumuzun tek başına oyun oynamasına gönlümüz razı olmaz o çağırmasa bile yanına gideriz. Düşse kaldırırız. Anne yüreği dayanamaz çünkü. İhtiyacından fazla vermemiz veya ihtiyacı olduğunda fark etmememiz bebekte tutarsız olduğumuza dair düşünceler oluşturur. Bu durumda bizlere bağımlı olurlar, yanımızdan ayrılmak istemezler. En somut halini okulların açıldığı ilk gün gözlemleyebiliriz. Kendini yerlere atan, ağlayan, annesinin bacağına yapışan çocuklardan geçilmez ortalık. Gün sonunda tekrar anneleriyle buluşan çocuklar kaygılarının şiddetine göre tepkiler verir. Bu şiddet o kadar yükselir ki annesine vuran çocuklar bile olabilir. Saplantılı bağlantı sağlamış çocukların özgüvenleri de güvenli bağlanma sağlamış çocuklara göre oldukça düşüktür.

Üçüncü bağlanma kaçınan bağlanmadır. Günümüz koşullarında çalışan anneler oldukça artmıştır. İş hayatı ile aile hayatı arasında dengenin kurulmaması veya yoğun çalışma koşulları nedeni ile çocuğa yeterince ilgi gösterilmemesi durumunda anne ile çocuk arasında istenilen bağ kurulamamaktadır. Kaçınan bağlanma sağlamış çocuklar ‘en iyisi ben kendi başımın çaresine bakıyım’ diyerek içe dönük yaşamaktadır. Annelerinden ayrıldığında güvenli bağlanma sağlamış çocuklar gibi sorun çıkarmazlar. Ancak annelerinin yokluğunda mutsuz, dışarıya ve iletişime kapalı olurlar. Bu durumda bütün hayatları boyunca duygusal iletişim kurmaktan kaçınırlar. Ancak bu demek değildir ki bütün çalışan annelerin çocukları böyle olur. Önemli olan çocukla ne kadar zaman geçirildiğinden çok ne kadar kaliteli zaman geçirildiğidir. Çalışan anneler de gerekli özen gösterildiğinde rahatlıkla güvenli bağlanma sağlayabilirler.

ÖZGE CAN

KADINCA DAYANIŞMA ZAMANI

Bir değer düşünün , adı kadın ve ona bağlı olarak ta yine bir değer düşünün , adı anne!  
Kolay mı peki kadın olmak , anne olmak ?  Bazen kendimiz , bazen de dış çevre zorlaştırabiliyoruz bu değeri . Destek ise destek , köstek ise sonuna kadar köstek olmuyor muyuz ? Kolay olan bir şey var mı ki şu dünyada ? Zor ile mücadele edip , kolaylaştırmaya çalışmak değil midir önemli olan ? Varsa yapabileceğimiz , varsa sunabileceğimiz bir şey o zaman bir adım öne çıkalım . Bir amaç varsa yaşantımızda , bu değerin peşinden gidelim . Gidelim ki her şeyin zihnimizde büyüttüğümüz gibi olmadığını görelim . Her adımdaki nefesimizi ve enerjimizi gözlemleyelim . Bakın nasılda oksijen dolacak ,  önce bedenimize sonra da zihnimize . Tüm bedenimizi gezen o oksijen diyecek ki bize ; bu adımlar yetersiz , biraz daha -biraz daha- . İşte o zaman amaca doğru yol almış olacağız . Amaç ne olursa olsun , araç adım atmak ve oksijen almak olsun . Bu kadar oksijenin önemini anlatmış iken , yok niyetim soluduğumuz karbondioksiti hatırlatmaya . Zihnimizi ve adımlarımızı güçlendirelim . 

      Altın soruya geldik . Nasıl mı ? 

   Bilinç ile diyenlerdenim . Bilinçli olmak ya da olabilmeye çalışmak ! Bilinç kazanmak, üstün bir yeteneğe sahip olmayı gerektirmiyor . Biraz takip , biraz dinlemek ve okumak yeterli . Benim naçizane  fikrim bu . Kendimizce , olabildiğimiz kadar bilinçli . Tabi bilincin de bilinçli tarafını kullanmak gerekir. Bir paylaşım ve paylaşımın sonucunda bünyeye işleyen bir enerji ...

         Ne güzel anlattın iyi de bu nasıl olacak diye de sorabilirsiniz . Bu da belli aslında . Paylaşım denilen şey nedir ? Birlik , beraberliğin ortaya çıkardığı bir birikim değil midir ? Herkesin kendince deneyimleri , bilgileri , yaşanmışlıkları yok mudur hayatta ? Soruya karşılık hep soru sordum sanırım . Lakin bazen soruların içerisinde cevapları da gizlidir . Ben kendime bazen oturur sorarım ve sorarken de cevabını bulurum . Zihin öylece çıkartıverir ortaya . İç sesinizi , kalbinizin sesini dinleyin . kadınlarımız . 

Şimdi gelelim paylaşım ve bilinç ikilisine . Herkes yaşanmışlıklarını ortaya koyar ise burada bir paylaşım oluşur ve bu paylaşım hepimizde bir bilinç oluşturur . Herkes yaşanmışlıkları ile değerlidir ve etikettir . Bu yaşanmışlıkların paylaşıldığı bir ortam görmek te sizin elinizde . Bazen bazı şeyler sizi çeker ya , hani zamansızlığınızda zaman ayırmak istersiniz ...... Arkadan bir dokunuş beklersiniz ayağa kalkış için . Evet o an beklenilen andır . İşte öyle bir şey yaşadım ben . Evet işte bu bir uyanış , iç ses , bir adım , adına her ne derseniz -siz- deyin . Ben buna  ' geçekten uyanış '  demek istiyorum . İçimdeki kocaman KADIN'ın uyanma vakti gelmişti ve uyandırıldı . Dışarıdan destek ile doğruldu . Bu destek birikimlerin bana yansıdığı bir destekti .               Bilginin , birikimin olduğu yer beni çeker .  Neden mi ?  Ben -biz- olan yerleri seviyorum .  -Ben- gibi bencilce bir ortamı sevmiyorum . Yani ; birikimlerin olduğu yerlerde ben olmaz , biz olur . Yakın zamanda paylaştığım bir fotoğrafın altına da yazmıştım biz kelimesini . Bu sadece bir kelime değil ; duygu , varoluş amacımız bence . 
      
         Herkesin deneyimlerini , yaşanmışlıklarını paylaştığı bir platform düşünün . Burası bizlerden öte bir yer değildir . Ekip işidir bunlar . Ne kadar şanslıyım ki ben böyle bir ekip ile karşılaştım . Ekip işi biz işidir . Biz bilinci böyle oluşur diye düşünen bir kadınım . Yine ne kadar şanslıyız ki hazıra önümüze serilmiş bir kadın - anne - platformu bizlere sunulmuş . Bu platformda öğrendiklerimizi deneyimleyip bizler de etrafımızla paylaşıyoruz . İşte biz kadınız ve de anneyiz . 
          Şimdi aydınlanma vakti !  Sunulmuş böylesi güzel bir emeği sahiplenme vakti . Zorlukları geride bırakıp kadınlar - anneler olma vakti . Ben bizi seviyorum . Çünkü bizin içerisinde çok şeyler barındırabiliyoruz . Karşıma çıkan MOMS OF TURKEY ekibine de teşekkürlerimi kalben sunuyorum ki ; kadın ve anneliğin örtüştüğü , bizlik için böylesi adımlar attıkları ve bizlere ön ayak oldukları için . 

 Genişlemiş ve daha da genişleyecek bir aile için el ele kadınlar , el ele anneler diyorum ve biz çok güzel bir ekibin parçasıyız . 

            Sevgiyle bütünlük içerisinde kalın . 
                                                                                 

Sadece kadın ve sadece anne
ENERJİK ANNE..

MACERA BAŞLIYOR...

Herkese merhaba,

Ben 2 çocuk annesi bir ev hanımıyım.

Sıradan sayılabilecek bir hayatım var.Yani dışarıdan bakıldığında öyle görünüyor olabilir.ama aslında…

Etrafımdaki bir çok insan  neden mesleğimi yapmadığımı (ki aslında Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeniyim.),neden koca parası yemeyi tercih ettiğimi (ki aslında koca parası yemiyorum sadece eşimle iş bölümü yaptık) ,neden fazla kilolarımı vermeye çalışmadığımı (ki aslında vermeye çalışıyorum ama geleneksel aile tipine örnek bir aile olduğumuz için veremiyorum) ve daha bir çok konuyu sorgulayıp, yargılayıp çoğu zamanda kınayıp durdu.Ama kimin umurunda?
Hayat bana güzel…

İki çocuğum var ve ikisi de planlanmış çocuklar. Bir çok koşulun oluşmasını bekledik. Bir çok şey için hazırlandık. Bir sürü kitap,makale,blog karıştırdık.Bir sürü eşya aldık. Doğum sonrası başımıza gelecekleri biliyoruz diye düşünerek doğum öncesinde bolca vakit geçirdik eşimle. Seyahat ettik ki bu ,bizim ailece yapmayı  en çok sevdiğimiz şeylerin başında geliyor.

Hamile kaldığım günden beri  mahalle baskısına maruz kaldım.Ama aslında doğduğumdan beri bu duruma alışkın olduğum için  bünyeme ağır gelmedi.

Ben öyle kendi bildiğimi okurum,kimseyi takmam,çok okurum,çok bilirim,kimseye kulak asmam diyenlerden değilim.Taşra sayılan bir şehirde,kalabalık bir ailede,geleneksel sayılabilecek yöntemlerle büyüdüm.Kimseye saygısızlık etmemeye özen gösteririm ve fakat genellikle kendi bildiğimi yaparım.

Dedim ya seyahat etmeyi hep çok sevdik ailece.Hamileyken de çok fazla seyahat ettim.İnsanların “dur artık yerinde,uçakta doğuracaksın” laflarına aldırmayıp Mısır çöllerinde elimde su şişeleriyle yürümüşlüğüm var hamileyken. Canım çiftlikte (A.O.Ç) tost yemek istiyor diye gecenin 2 buçuğunda giyinip ,kuşanıp dışarı çıkmışlığım da var. O zaman da duyan herkes ”aayy mikrop yuvasıdır oralar, niye orada yiyorsun ki? Evinde yapsana temiz temiz”demişti. Ama ben onlara da fazla kulak asmamıştım. Hatta o gece gittiğimiz büfede patates kızartması bitmişti de ben hamileyim diye temiz yağda yeniden kızartma yapmışlardı. Ne büyük mutluluk düşünsenize.

Bu ve benzeri  bir sürü örnek var hamileliğim ve hayatım boyunca ama dedim ya ben insanları kırmadan ama kendi bildiğimden de pek şaşmadan yolumda ilerledim.

Çok keyifli bir hamilelik geçirdim ve nihayet mutlu gün geldi.İlk işaretle hastaneye koştuk.Saat sabah 07.30.Doğum gece 02.50.10-15 kişi falandık hastanede. Herkes bir şeyler söylüyor,yorum yapıyor,espriler havada uçuşuyor…Habire resim çekiniyoruz. Kamera bir köşeye kurulmuş  sürekli  kayıtta.
İşte o kutlu an!!!


Kızım kucağımda.Eski hayat bitti.

MACERA BAŞLIYOR…

FUNDA

ÇOCUKLARDA DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU SORUNLARI

Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu: Aşırı hareketlilik, dikkat sorunları ve istekleri erteleyememe belirtileriyle ortaya çıkan bir psikiyatrik bozukluktur. Dikkat eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu olan çocuklar, aşırı hareketlidir, dikkatleri çabuk dağılır, engellenmeye ve beklemeye tahammülleri yoktur. Sabırsızdırlar, kolay uyarılabilirler, çabuk kızar, hareketlenir ve kolay incinirler.
Çocuğun yaşamının  her anını  etkileyen  nörobiyolojik bir bozukluktur. Çocukların %5’nde görülür. Erkek çocuklarda kız çocuklara oranla daha fazla görülmektedir.
 NEDENLERİ
-Son 15-20 yılda yapılan araştırmalar dikkat eksikliği ve hiperaktivitenin organik kökenli olduğu görüşünün hakim kılmıştır.
 -Bozukluğun genetik geçişi üzerine durulmuş ve bu çocukların 1.dereceden akrabalarında oran daha yüksek bulunmuştur.
-Kaotik aile yapısında yetişen ve ağır ihmal ve tacize ihmal kalan çocuklarda belirtiler gözlenebilmektedir.
DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞUNUN TİPLERİ
Hiperaktivitenin üç tipi vardır:
1-Dikkat eksikliğinin ( Dikkatsizliğin) Önde Geldiği Tip
2-Hiperaktivite-İmpulsivitenin ( dürtüsellik) Önde Geldiği Tip
3-Dikkat eksikliği/Hiperaktivite Bozukluğu, Birleşik Tip(Her ikisinin bir arada görüldüğü tip)

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğunun Görülme Sıklığı
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu çocuklarda en sık görülen davranış problemidir. Değişik araştırmalarda farklı oranlar verilmekle birlikte genelde rakamlar bir­birine yakındır. Genel popülasyonda erkeklerde daha sık görülmekle birlikte okul öncesi çocuklarda %5-10 ara­sında değişen oranlar bildirilmektedir. Ülkemizde yapı­lan bir araştırmaya göre okul çağı çocuklarında %5 ora­nında tespit edilmiştir. Bu kadar sık görülen bir durumun tanınması ve bu çocuklara gereken psikiyatrik yardımın verilmesi çok önemli olmaktadır. Diğer türlü bu çocuklar tanınmamakla birlikte tecrübesiz kişiler tarafından yan­lış tanılar konularak oyalanmaktadır. Özellikle “çocuktur düzelir” “erkek çocuk aşırı hareketli olur” “babası da bu şekildeydi” türü yaklaşımlar bu çocukların aylar ve yıllar­ca bu belirtilerle sıkıntılar çekmesine ve zamanında te­davi müdahalesinin yapılamamasına neden olmaktadır.

Hiperaktivite Belirtileri Gösterir
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite konusunda kesin olarak tek bir neden yoktur. Genel olarak birçok nedenden bah­sedilmekle birlikte birçok araştırma bulgularına dayanı­larak bazı nedenler iyice netlik kazanmaya başlamıştır. Bu nedenler arasında en önemlilerinden biri genetik ge­çiştir. Yani anne babasının herhangi birinde dikkat eksik­liği ve hiperaktivite durumu olan bir çocukta bu durum diğer yaşıtlarına göre daha sık olarak görülür. Birinci ve ikinci derece akrabalarında hiperaktivite olan kişilerde sıklık yine fazladır. Tek yumurta veya çift yumurta ikizle­rinden birinde hiperaktivite varsa diğerinde de görülme sıklığı artmıştır.
Beyindeki nöronal gelişimin farklı olması, bazı nöro transmitterlerin yeterli miktarda olmaması ve beyin yarım küreleri arasındaki lateralizasyon sorunu olarak da bazı sebep olarak görülmüştür.
Hamilelik veya doğum sırasında çocuğun maruz kaldığı hipoksi, travma, doğum komplikasyonları, hamilelikte al­kol ve sigara kullanımı, erken bebeklikteki bazı hastalık­lar ile beynin hasar görmesi de suçlanan nedenlerdendir.
Yiyeceklerdeki katkı maddeleri, suni tatlandırıcılar ve ko­ruyucu kimyasal maddeler de bir zamanlar suçlanmış, hatta tedavi amaçlı çocuklara diyet tedavisi uygulanmıştır.
Bu gün yurt dışında bazı merkezlerde halen diyet tedavisi uygulanmaktadır. Diyet kısıtlaması yapılan hiperaktif ço­cukların bundan fayda sağladığına dair bir kesin bir bulgu yoktur.
Hava, su ve ev eşyalarında mevcut bulunan kimyasal maddelerin, petrol ürünlerinin ve zehirli gazların da be­yinde “nörotoksik” etki yaparak hiperaktivite nedeni ol­duğu öne sürülmüştür.
Hamilelikte sigara içilmesi, çocukların yanında sigara içilmesi ve sigara dumanı içindeki zehirli gazların “nöro­toksik” tesirle beyne zarar vermesi bilinen bir gerçektir. Sigara kullanan aile üyelerinin çocukların yanında sigara içmemeleri özellikle önerilir. Sigaradan alındığı düşünü­len keyfin çocukların öğrenme ve dikkat sorunlarına yol açtığı unutulmamalıdır.
Bebeklik veya erken çocukluktaki kötü bakım ve ihmal durumları da hiperaktif çocukların geçmişlerinde diğer çocuklara göre daha sık görülmüştür.
Son zamanlarda yapılan görüntüleme tetkikleri ve bazı araştırmalar sonucunda gözler beynin frontal lobuna (ön lob] çevrilmiştir. Frontal lobun fonksiyonlarından, davra­nışların kontrolü, yargılama, çalışma hafızası, öğrenme süreçleri ve sosyalizasyon üzerinde etkileri belirgin olduğundan bu bölgedeki bazı gelişimsel sorunların dikkat eksikliği ve hiperaktivite sorunlarına yol açtığı öne sürül­mektedir.
Bazı anne babalar çocuklarındaki durumdan dolayı kendi­lerini suçlama eğilimine girmektedir. Bu son derece yan­lış bir tutumdur. Her anne babanın pedagojik açıdan bazı hataları olabilir. Pedagojik hataların doğrudan çocuklar­da hiperaktif belirtilere yol açtığı düşünülmemelidir. Bu türlü bakış açısına sahip hemen her problemde anne ba­bayı suçlama eğilimine giden uzman kişiler bile olabilir. Şurası bilinmelidir ki hiçbir anne baba çocuğunun zararı­nı ve kötülüğünü istemez. Yanlışlıkla yapılagelen bazı ha­talar var ise bunlar uygun yönlendirme ve bilgilenme ile düzelir. Ancak bazı pedagojik yönlendirmelerin hiperaktif çocukların aile ve okul ortamındaki sorunlarını çözmele­rine yardımcı olduğu düşünülmektedir. Davranış terapi­lerinin, davranış yönlendirme tekniklerinin bu konudaki yararı çoktur. Ancak hiperaktivite nedeninin tek başına anne baba hatalarına bağlamamak gerekir. Dört dörtlük sevgi alan ve yetiştirilme ortamına sahip çocuklarda da bu türlü sorunlar olabilmektedir. Ailede bir sorun varsa tespit edilerek düzeltilmesine yardımcı olunmalıdır.
DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU İÇİN RİSK ETKENLERİ
•      Annenin gebelik öncesi ya da gebelik sırasında: Tıbbi durumu, duygusal zorluğu, doğum komplikasyonları, sigara-alkol-madde kullanımı
•      Çocuğun öyküsü: Orta derecede kafa travması (belirgin ilişki), anne sütü alma süresinin az olması,  gelişme de gecikme, öfke nöbetleri, enürezis(idrar kaçırma), tikler, düşük doğum ağırlığı

DSM-IV-TR’E GÖRE Dikkat eksikliği/ Hiperaktivite Bozukluğu
Aşağıdakilerden (1)  ya da ( 2)vardır:
(1  )AŞAĞIDAKİ DİKKATSİZLİK SEMPTOMLARINDAN  ALTISI (ya da daha fazlası) EN AZ 6 AY SÜREYLE, UYUMSUZLUK DOĞURUCU VE GELİŞİM DÜZEİNE GÖRE AYKIRI BİR DERECEDE SÜRMÜŞTÜR:
DİKKATSİZLİK
(a)    Çoğu zaman dikkatini ayrıntılara veremez ya da okul ödevlerinde, işlerinde ya da diğer etkinliklerinde dikkatsizce hatalar yapar.
(b)   Çoğu zaman üzerine aldığı görevlerde ya da oynadığı etkinliklerde dikkati dağılır.
(c)    Doğrudan kendisine konuşulduğunda çoğu zaman dinlemiyormuş gibi gözükür.
(d)   Çoğu zaman yönergeleri izlemez ve okul ödevlerini, ufak tefek işleri ya da işyerindeki görevlerini tamamlayamaz.
(e)   Çoğu zaman üzerine aldığı görevleri ve etkinlikleri düzenlemekte zorluk çeker.
(f)     Çoğu zaman sürekli mental çabayı gerektiren görevlerden kaçınır, bunları sevmez ya da bunlarda yer almaya karşı isteksizdir.
(g)    Çoğu zaman üzerine aldığı görevler ya da etkinlikler için gerekli olan şeyleri kaybeder.
(h)   Çoğu zaman dikkati dış uyaranlarla kolaylıkla dağılır.
(i)      Günlük etkinliklerinde çoğu zaman unutkandır.
(2)  AŞAĞIDAKİ HİPERAKTİVİTE-İMPULSİVİTE SEMPTOMLARINDAN ALTISI (YA DA DAHA FAZLASI) EN AZ 6 AY SÜREYLE UYUMSUZLUK DOĞURUCU VE GELİŞİM DÜZEYİNE GÖRE AYKIRI BİR DERECEDE SÜRMÜŞTÜR:
HİPERAKTİVİTE
(a)    Çoğu zaman elleri, ayakları kıpır kıpırdır ve ya oturduğu yerde kıpırdanıp durur.
(b)   Çoğu zaman sınıfta ya da oturması beklenen diğer durumlarda oturduğu yerden kalkar.
(c)    Çoğu zaman uygunsuz olan durumlarda koşuşturup durur ya da sağa sola tırmanır.
(d)   Çoğu zaman, sakin bir biçimde, boş zamanları geçirme etkinliklerine katılma ya da oyun oynama zorluğu vardır.
(e)   Çoğu zaman hareket halindedir  ya da sanki bir motor takılıymış gibi davranır.
(f)     Çoğu zaman çok konuşur.
İMPULSİVİTE(DÜRTÜSELLİK)
(g)    Çoğu zaman sorulan soru tamamlanmadan önce cevabını yapıştırır.
(h)   Çoğu zaman sırasını bekleme güçlüğü vardır.
(i)      Çoğu zaman başkalarının sözünü keser ya da yaptıklarının arasına girer.
DSM-IV-TR’E  GÖRE DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE TİPLERİ
Hiperaktivitenin üç tipi vardır:
1-Dikkat eksikliğinin ( Dikkatsizliğin) Önde Geldiği Tip: Son 6 ay boyunca  A1 tanı ölçütü karşılanır, ancak A2 Tanı ölçütü karşılanmaz.
2-Hiperaktivite-İmpulsivitenin ( dürtüsellik) Önde Geldiği Tip: Son 6 ay boyunca A2 tanı ölçütü karşılanır, ancak A1 tanı ölçütü karşılanmaz.
3-Dikkat eksikliği/Hiperaktivite Bozukluğu, Birleşik Tip(Her ikisinin bir arada görüldüğü tip): Son 6 ay Boyunca hem A1, hem A2 tanı ölçütü karşılanır.

Çocuğum Çok Hareketli Ne Yapmalıyım?

Hareketli çocuğu olan anne babaların olaya gayet sakin yaklaşarak, bu hareketliliği ve çocuğun psikososyal gelişimini iyi yönlendirmeleri gerekir.
 Aşırı hareketliliği yüzünden çok eleştirilen, sürekli ikaz edilen, ceza verilen dur sus yapma gibi komutlar alan ve sosyal ortamlardan dışlanan çocuklarda başta özgüven eksikliği olma üzere duygusal sorunlar da oluşabilir. 
Bu çocukları sportif faaliyetlere yönlendirmek ve onları olumlu ve faydalı uğraşlarla meşgul etmek, enerjilerini bazı hobilere kanalize etmek , dikkat eksikliği ve hiperaktivite durumu varsa tedavisini sağlamak, okul öncesi dönemden itibaren dikkat seviyesini arttıracak bazı eğitsel çalışmalar yapmak fayda sağlayabilir. 
Ana babaların bu çocuklara yönelik yapabilecekleri bazı davranışlar şu şekilde özetlenebilir:
- Dinleyin, sabırlı olun, tahammül seviyenizi arttırın.
- Tepkileriniz ona karşı aşırı olmasın, incittiğinizin farkına varmayabilirsiniz.
- Dikkatini bir konuda odaklayıp o konuda devam etmesine yardımcı olun. 
- Dur düşün konuş, dur düşün harekete geç sistemini uygulayın.
- Sonuçlarından öğrenmesini ve sonuçlardan yararlanmasını sağlayın, sonuçları konuşun.
- Yaşa uygun spor faaliyetlerine yönlendirin, enerjisini dışarı atmaya çalışın.
- Ek öğrenme güçlüğü olup olmadığına dikkat edin, öğrenmeye karşı isteksizlik olup olmadığına dikkat edin.
- Uygun okul öncesi eğitim ve yönlendirme için yönlendirin.
- Günlük hayatı organize edin, onun için zevkli ve faydalı olacak faaliyetler programlayın.
- Ev ortamını onun kişiliğine göre dizayn edin, tehlikeli olabilecek ortamlardan koruyun.
- Arkadaşları ile iletişim ve ve etkileşimini arttırın, sosyalleşmesine yardımcı olmaya çalışın. 
- Hatalı davranışlarına hemen kızmak yerine onunla konuşmayı tercih edin. 
- Uygun ödül ve ceza sistemini devreye sokun.
- Pozitif mesaj ağırlıklı olarak yönlendirin, negatif mesajlarınızın aranızdaki ilişkinin kalitesini düşürdüğünü unutmayın. 
- Dikkatini toplayacak eğitim uygulamalarını elinizden geldiğince her gün yapın.
- Aşırı hareketlilik ile beraber dikkat eksikliği tedavisinin önemli olduğunu unutmayın.
- Akla geleni hemen yapma, dürtüsellik ve tehlikeli davranışlara eğilimli olduğunu unutmayarak yaşa uygun güvenlik oluşturmaya çalışın."
 


DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU NEDEN TEDAVİ EDİLMELİDİR?
Hiperaktivite ve dikkat eksikliğinin tedavi edilmesi ya da edilmemesi çocuğun tüm hayatını değiştirebilir. Öyle ki,  tedavi görmeyen çocukların  yaşamı boyunca karşılaştıkları sıkıntılar daha fazladır. Bu sıkıntılar:
§  Özgüven Azalması
§  Kendilerinde Olan Kapasiteyi Ortaya Koyamama
§  Ders Başarısızlığı
§  Okul ve Öğretmen İlişkilerinin Bozulması
§  Anne, Baba ve Aile ile İlişkilerin Bozulması
§  Arkadaş İlişkilerinin Bozulması
§  Sosyal Aktivitelerin Kısıtlanması
§  Davranış Problemleri
§  Madde Kullanımı
§  Birlikte Görülebilecek Diğer Psikiyatrik Durumlar

Hiperaktivite ve Dikkat eksikliği olan çocuklarda aileye düşen en büyük görev ve  çocuğa yapılması gereken en özel ve büyük olumlu davranış biçimi onun kaliteli ve etkin bir tedavi programına girmesine yardımcı olmaktır.
DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞUNUN REFLEKSOLOJİDEKİ YERİ

  Refleksoloji, ayaklarda, bedenin tüm bölgelerine, organlarına ve sistemlerine karşılık gelen refleks noktalarına, el ve parmaklarla uygulanan bir baskı tekniğidir.
 Ayak ve el refleksolojisi ayak tabanındaki belli noktaların manuel uyarılarak vücuttaki sinirlerin ve kan dolaşımının uyarılmasıdır.
  Bu yöntemle bedenin kendi kendini tedavi etme mekanizması harekete geçirilir ve bedende fizyolojik bir rahatlama sağlanır. Refleksoloji terapisi vücudun her bölgesinin ayaklarda bulunan belirli bir noktaya karşılık geldiği ve bunlara uygulayacağınız basınçlarla tüm vücudu gevşetip dengeleyebileceğiniz ve hatta bir dizi rahatsızlığın sağaltımına yardımcı olabileceğiniz teorisinden yola çıkar.
Refleksolojiyi bugünkü şekliyle beyin dahil olmak üzere tüm organlarımızın el ve ayak tabanlarındaki uzantılarına yani son bulan sinir uçlarını manuel tekniklerle uyarma olarak tanımlayabiliriz.Kısaca sinir sistemimizin el ve ayak tabanındaki periferik sonlanmalarını uyarma olarak tanımı geliştirebiliriz.
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunda Refleksoloji çalışması çocuklarda zihni aktifleştirir hafızayı kuvvetlendirir. Beynin işleyiş hızının düzenlenmesi, ön beyin çalışma sisteminin düzenlenip geliştirilmesi gibi temel bir amaç etrafında toplanır.

Temel bölge sol ayakta baş parmağının belli üniteleri, belli kısımlarıdır. Beynin sempatik bölgesi daha çok hızlı çalıştığına dair hipotezler vardır. Bunun için bu hipoteze dair yapılan çalışmalarda beynin o bölgesinin sol ayaktan yapıldığı yani parasempatik dediğimiz bölgeden yapıldığı takdirde daha yavaş tempoda çalışmasını düzenleyerek  çalışmalarını sağlamaktır DEHB’da.

Pınar  KAYA DÖŞLÜ
Uzman Pedagog/Psikolog


Kaynakça:
§  UZM.DR.OSMAN ABALI(çocuk ve genç psikiyatri uzmanı) DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE CEP KİTAPLARI SERİSİ(PSİKİYATRİ-PSİKOLOJİ) adeda yayıncılık İstanbul, ekim 2007
§  Amerikan Psikiyatri Birliği. Psikiyatride Hastalıkların Tanımlanması ve Sınıflandırılması Elkitabı, Dördüncü Baskı (DSM-IV-TR), Amerikan Psikiyatri Birliği, Washington DC, 2000 den çeviren Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara,2001

§  Refleksolojiye Giriş , Halil Tabur- Esat B. Z. Başaran ,İkinci Baskı , Kitap Dostu Yayınları ,İstanbul 2009